Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir gece yazgısı.

Ben sana bunları yazarken zaten çok uzaklardayım. Ve öyle uzaklardayım ki. Ufuk çizgisinin ötesi. İnsan ordan ötesini göremez nasılsa. Ben sana bunları yazarken bir şarap şişesine tıkılmış mantar gibi. Öylesine memnun, öylesine mazbut öylesine bedbaht.   Açılmayı bekleyen, sofraya konmayı bekleyen çaresiz mantar. Evet mantar.   Bunları sana yazarken, hava bilhassa karanlık. Ve sana yazmaya başladığımda hep karanlık oluyor buralar. Ben karanlığı bir tek Atlantı’da severim.   O zaman yıldız tozlarını görmek mümkün çünkü. Gökyüzü başının üzerinde bir taç. Gece baktınmı. Bütün yıldızlar emrinde. Bilmem anlatabildim mi? Ben sana bunları yazarken bir bebek doğdu. Bir yaşlı hayatında son nefesini saydı. Bir kedi, başka balkonda uyudu. Bir yağmur dinerken, ıssız bir Yörük çadırı titredi. Sığınmacılar esneyerek bir sabaha sokakta günaydın dedi. Ben sana bunları yazarken bilincimin düşünüpte buraya yazmadığı bir çok hadise gerçekleşti. Kuzu dişimi düşürmüş gibi şaşkınım. Aynı yedi yaşım

Delilik Benimkisi

Sarıldım aniden geçen saat on iki Esenler otogarı sarıldım ki saçları sen, ben sen sandım ki o bilmem hangisi. Oturunca ikimiz utandı baktı öyle. Ben sen sandım dağıldım. Birden hüzünlendi kalktı ayağa boyu sen, posu sen ben sen sandım ki kim bilir kaçıncısı. Aramadım durdum meyhane miydi neydi köhne bir yer masalarda akşam biri gelir tüner, gider ötekisi durdum. Bir öptüm ki ah sen sandım. Değil mi ki bu düpedüz, delilik benimkisi.

Ben Bir Ölü

        Birazdan bulurlar beni, gelir nabzımı dinlerler. Kalbimin atmadığını anlayınca da ambulansa haber verirler. Görevliler gelir soluğumu dinler, öldüğümü anlar. Kalp masajı yapmaya gerek bile duymazlar çünkü çok fazla kan kaybettim, ılık ılık boşanıyordu deminden beri kanım. Nabzımın atmadığını soluğumun kesildiğini ve soğuduğumu anladıklarında üzerimden çıkan kimliğe bakıp, yakınlarıma ulaşmaya çalışacaklar. Sonrası mı, sonrasını biliyorsunuz. Cenaze işlemleri... Ben hayattayken sorgulamalardan ve prosedür mahiyetinde olan işlemlerden çok sıkılırdım. Yine öyleyim. Şimdi gömüleceğim zaman polis yakınlarımı sorgulayacak bir müddet arama yapacak, belki de otopsi yapacaklar. Nasılsa artık bedenimin parçalanması canımı yakmayacak.   Gömene kadar bir sürü gereksiz ayrıntı işte. Beni belki de dualarla yollayacaklar, ama benim sevenim yok tu ki. Sırf artık ölmüş son yolculuğunda bari ona iyi bir dileğimiz olsun, faydamız dokunsun diye ellerini açacaklar... Sanki onların duasına ihtiya

SOKAK: SARHOŞ HAYALLER

SOKAK: SARHOŞ HAYALLER :                                                     Ben sıradan bir sarhoşum ve ben kendi kendine konuşan biriyim. Önce bir güzel kafayı ...

Güneş Üstüne

“Nerden baksan on yıl etti ha? On yıl be ağabey kolay değil. Özlemiyor musun oraları.” “Özlemez miyim hiç.” “Güzeldir ama çok sıcaktır oralar demi abi?" “Harran Ovası'nın sıcağının yanında buradaki sıcak nedir ki.” “Abi nasıl oluyor, burada da aynı güneş, orda da aynı güneş,” “Sen aynı güneş sanıyorsun.” “Aynı değil mi?” “Aynı değildir.” “Niye abi? Bak nerden bakarsan bak hep aynı, inşaatın arkasından bak, yedinci kata çık bak, sonra istersen çık viyadüğün tepesine ordan bak” “Sen viyadükün tepesinden bakarsan nah görürsün Harran ovasının güneşini. “Nasıl abi anlamadım?” “Oğlum! Güneş Harran Ovasında farklıdır, Çukurova da farklı, Çiçekdağı'nda, Konya Ovasında farklı. Sen onu bir sanarsın ama o kişiden kişiye bile değişir. Şimdi sana bana aynı da, aha şo evinin bahçesinde havuzbaşında uzanmış kadına farklıdır. Sana bana belki aynı da, sabaha kadar güneşin doğmasını bekleyen adama farklıdır. Sen sevdalandın mı hiç?" “Elbet abi genç adamız.” “

SARHOŞ HAYALLER

                                                    Ben sıradan bir sarhoşum ve kendi kendine konuşan biriyim. Önce bir güzel kafayı çeker sonra da başlarım kendi kendine konuşmaya. Bir akşam cebimdeki son liraya içki alıp, yeterince sarhoşken; bar sandalyesinde bir sağa bir sola gidip gelirken, vitrindeki şişeleri sayarken ve gözlerim tepe de ve kenardaki renkli ışıklardayken. Hatta bazı dekorların aynalarında morarmış yüzümü seyrederken. O akşam birden bire bardaki herkesi bir konuşma merakı sardı. Müziğin sesini azaltıp hararetli bir şeyler tartışmaya başladılar. Sonra içlerinden birisi konuştu ve onu pür dikkat dinlediler. Daha sonra bir diğeri kalkıp görüşlerini söyledi, herkes onu dinledi ve sıradaki kalktı ayağa. Böylece birisi konuşuyor diğerleriyse hiç müdahale etmeden onu dinliyordu. “Sersem sarhoşlar” Dedim kendi kendime. Ama dönüp dolaşıp sıra bana da gelecekti. Bunun kaygısıyla sıvışsam mı diye düşünürken, köşede bir çuval gibi yığılmış barın en pısırık adamına yani ban

GÜNAHKÂR

                                                                         1 Otobandan geçen tır sanki beynini ezip geçmişti. Şehrin en yüksek tepesinde oturmuş konuşuyorlardı. Arkadaşı Veli Ahmet’e o yokken, semtte olan biteni anlatıyordu. Tırın dorsesinden gelen şiddetli gürültüyle Ahmet, Veli’nin söylediklerine kafa salladı. “Haklısın keke” Dedi “Dünya boka sarmış, bizim semt mi düzgün olacak. “Keke.” Dedi Veli. “Ne demek.” “Kardeş demekmiş askerde bir arkadaşım öğretti.” Ahmet askerden geleli bir haftayı geçiyordu. Askerlik günlerinde en çok özlediği annesine kavuşmuştu. Onun yemeklerini yiyor, ablası ve eniştesiyle uzun sohbetler ediyordu. En küçük ablası ve kocası onlarla beraber yaşıyordu. Birbirlerini sevmiş kaçarak evlenmişlerdi. Ablası daha sonra kocasını da alıp annesinin evine yerleşmişti. Ahmet’in diğer iki ablası zengin kocalarını bulduğundan anne evini pek hatırlamaz olmuşlardı. Tekstil işçisi babaları Ahmet on yaşındayken ölmüştü. Ahmet annesinin ve ablalarının e