Ana içeriğe atla

Oy ve Sen





Bu işe giriştiğimden beri gözüme uyku girmiyor. Motivasyonum artsın diye birkaç ilaç desteği bile denedim. Büyük bir heyecan duyuyor ve hedefe yoğunlaşmak için elimden geleni yapıyorum. Öyle ya! İnsan isterse her şeyi yapar. Onun için de sonucunu düşünmeksizin uğraşır. Erkenden kalkıp kültür fizik yapıyorum. Sonra güzel bir duş ve traş. Sonra sağlam bir kahvaltı.
Şimdilik gün içinde yapacağım görüşmelere yoğunlaştım. Öğle yemeğinde birkaç kişi gelip elimi sıkıp tebrik ettiler. Yine çok şık giyinmiştim ve restorana gelip gidenleri sempatik gözlerle süzüyordum.  Benim girdiğim ortamlar hemen politikleşir zaten. Belediye Başkan Adayı oldum diye eminim tanıyanlar eliyle beni gösterip, umut verdiğimi konuşuyorlar. Bu da beni oldukça mutlu ediyor. Selamlaşıp konuştuğum herkes bana şans diliyor ve bana olan inançlarını dile getiriyorlar. Ben de onlara “Hiç şüpheniz olmasın, güveninizi boşa çıkarmayacağım.” Diye söz veriyorum.
    Oldukça şık giyindim. Aynadan kendime alıcı gözle bakıp, “Evet ben de olsam bana inanırdım, oy verirdim.” Dedim. Kravatımı düzeltip iddialı bir şekilde elimi ileri geri salladığımda bunun insanları çok etkilediğinin farkındaydım. Sorulan ciddi sorulara kaçamak cevaplar verip, gündemle alakalı kendi propaganda konuşmamı yapmalıyım. “Size duymak istediklerinizi söyleyen adam, halkın adamı;  Refik Ali Çınar.”
Sonra bir an duraksayıp utandım. Umarım kimse beni prova ederken görmemiştir. Tuvalet aynasından kurtulup salona geçtiğimde yine siyaset kaçınılmaz oldu.Partililerin yanından uzaklaşıp birkaç tanıdığımı gördüm ve sohbet etmeye başladık. Bunlar benim mahallemden çocukluktan beri tanıdığım insanlardı fakat içlerinden birisi vardı ki onunla karşılaştığıma sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.
Aysel’di o, eski sevgilim.
Genelde ummadığım yerlerde karşıma çıkıyor, onu uzaktan selamlayıp yoluma devam ediyordum..  Ama bu sefer olmadı, tanığım herkesle selamlaşmak konuşmak zorundaydım.. Masaya yaklaşıp Aysel ile de selamlaştım. Ondan şimdi kaçamazdım onun da oyuna ihtiyacım vardı. Üstelik beni bu halimle, bir başkan adayı olarak görmesi hoşuma gitti. Aramızın hiç iyi olmaması beni biraz ürkütüyordu fakat siyasi kimliğim gereği kimseye küsemezdim. Onu da ikna etmeye çabalamalıyım diye düşündüm. İşte tam da bu düşüncenin ortalarında bir yerlerde Aysel’le baş başa kaldık.
           “Nasılsın Aysel?”
“İyiyim sen.”
“iyiyim. Ben de.”
“iyi”
“…..”
“kırgın mıyız?”
“hayır.”
“hım.”
“hıhı”
Konuşma bir yerden sonra hı ok hımm gibi yansıma sözcüklerle devam edecekti ki, buna gönlüm razı olmadı. “Bu kısa cümlelerden kurtulalım biraz.” Dedim.
“Ee konuş” Dedi.
“Aysel bak bana kızgınsın belki bilmiyorum ama benim niyetim aramızdaki buzları eritmek. Her şey yaşandı bitti. Neden iki medeni insan gibi konuşmaya devam etmeyelim, neden küs kalalım .”

“Seninle konuşacak neyim var benim, benden ne istiyorsun?”

Aysel böyle. Ona ihtiyacınız olduğunu hisettiği an, en kolay şeyi bile zar zor kabul eder ama biliyordum ki Aysel beni de sever. Onu ikna etsem etsem ben ederim diye düşünüp ondan oyunu istedim.

“Kişisel şeyler değil istediğim."

“Anlamadım.”

“Yani diyorum ki şu sokakların haline bir bak.”

“Ya bana ne sokaklardan.”

“Ama ne demek banane sen bu sokaklarda yaşamıyor musun?”

Aysel fazla yüzüme bakmadan konuşuyordu. Bu sefer gözlerini tam gözlerime dikerek sinirle baktı. Ve kükredi.

“Yaşıyorsam yaşıyorum.”

Ben hemen öfkesini azaltmak için ekledim.

“İşte ben bu sokakları düzenlemek güzelleştirmek istiyorum. Yeşil alan projelerimiz, park bahçe projelerimiz var...”

Bu diyaloglar yaşanırken yanımdan geçen aileye selam verdim. Gözlerimin içi güldü bir an. Fakat Aysel’e baktıkça onun yüzündeki ifadeyi gördükçe kararıyordum. Her cümlesi tersti her tersleyişi beni aşırı umutsuz yapıyordu, sanki rakip partinin seçmeni ile konuşuyordum. Ama hırs yaptım onu ikna edecek cümleleri bulabilirdim.

“İşte ben Belediye Başkan Adayıyım. Senin de yaşadığın bu sokakları güzelleştirmek için projelerim var. Oyunu istiyorum.” Dedim.

Bir süre sessizlikten sonra.

“Oy moy yok, ben vermem.” Dedi.

Neden diye sormadım. Neden diye sorarsam kabullenmiş olacaktım. Üstelik bana neden ters davrandığını adım gibi biliyordum. Her şeyi yüzüme kükremesine izin veremezdim.

“Verme.” Dedim.  Verme hiç tanımadığın ne idiği belirsiz insanlara ver. Onlar da mahvetsin sokakları.”

“Benim sokağa mokağa ihtiyacım yok. Sen neden benimle zaman kaybediyorsun. Git başkalarından rey iste. Bak şu köşe masaya git, sana bakıyorlar onlar belki reylerini sana verir.”


Aysel'in yüzüne kararlı bir bakış savurup: "Ben senin oyunu istiyorum dedim."

Aysel bir ya sabır çekti. Devam etti.

“Refik Ali sana neden oy vermeliyim? İlişki boyunca bana hayatı zehir eden, hafızamda kötü izler bırakan birine, ismini duyduğumda bile gerildiğim birine neden oy vereyim?”

“Benimle hiç iyi anın yok mu? Mesela ben seni hiç bekletmedim."


“Var Refik Ali. Ama oy vermem için geçerli ve yeterli değil. Sana olan güvenimin tamamını harcadın Refik Ali. Yetersiz bakiye!!!”

Kravatımı düzelttim. Son bir can havliyle son cılız bir çıkış yaptım.
“Hiç değişmemişsin.” Dedim ve yüzündeki öfkeyi gördüm.
Bir nefesle doldu.

“Refik Ali amacın ne? Küslükler bitsin, insanlar barışsın kardeş olsun filan diye yola çıkıp, ilk barışacağın kişi olarak eski sevgiline mi geldin. Benim senin yapacağın hiçbir şeye ihtiyacım yok. Eğer senin niyetin sosyal mesaj vermekse yanlış yerdesin! Üstelik sen dünyanın en dağınık insanısın be. Senden başkan maşkan olmaz oğlum. Eğer, benden nefret eden birini bile, oy vermeye ikna edersem, geriye kalan herkesi ikna edebilirim safsatası içine girdiysen ve bunun için ısrar ediyorsan söyleyeyim; sana asla oy moy yok! Beni de denek olarak kullanmayı bırak! Atış başarısız Refik Ali Bey.

Aysel nefretini de kararlılığını da kusmuştu. Günler önce aday olmadan ona sadece bir selam vermemle her şeyi unutup boynuma sarılacak kadın, şimdi bana gol üstüne gol atıp küme düşüşümü izliyordu. Fakat bir kere başlamıştım düşmeye, üstelik onun bu tutumu beni daha da heveslen diriyordu. Evet, söylediği gibi eğer benden nefret eden birinin bile oyunu alırsam ikna edemeyeceğim kimse kalmazdı. Bir azim ve gayret göstererek Aysel’i de ikna etmeliydim.


“Eğer kazanırsam senin için de elimden geleni yaparım.” Dedim.  Aysel bu sefer daha pis ve sinirli baktı.

“Refik Ali ne yapacaksın? He de bakayım ne yapacaksın. Beni iskan müdürü yapıcaksın. Ulan ben hayatımda belediyenin kapısından içeri girmedim. Beni köprü ihalesine mi sokacaksın.”
Düşündüm. Aysel’in bile belediyecilik denince aklına ihale gelmesi beni şaşırtmadı.

“Hep ihale hep ihale zaten. Herkesin derdi ihale." Dedim.

Aysel toparlandı. Çantasını düzeltmeye başladı.

"Bana müsaade ben gideyim saçmalıyorsun iyice. Ayrıca sen o ihale işlerini filan ancak gidip benim babamla konuşursun." Dedi.

Şaşırıp kaldım.

Ama iyi de bu iş neden sürekli Maksut amcaya bağlanıyor anlamadım ki ya." Diye söylendim.


Aysel, görüşürüz deyip masadan ayrıldı.

Köşeye sıkıştırıp, onu bir zamanlar babasından istemem gerektiğini,

ama benim buna bir türlü yanaşmadığımı yüzüme tokat gibi indirdi.

Değişen dünya değişen siyaset, değişen ben ama değişmeyen bir Aysel vardı.



Son düzenleme:
18 08 2019
İstanbul
































































































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DÜŞ

  Elinde fırçasıyla, koca dünyayı boyamaya niyetleniyordu. Otuzuna merdiven dayamış, çoğu kez yalnız, kafasını paleti gibi rengarenk doldurmuş bir kadındı. Düşlerinde ışıklar içinde,  bir takım renkler görüp uyanıyordu. Her seferinde düşünden uyanıp, kalkıp tam tuale o rengi çizeceğinde; yitiyordu her şey. Unutuyordu o muhteşem hüzmeleri. Her şey itici bir sadeliğe dönüşüyordu. Ne oluyordu da gerçeğe bu kadar yakındı hayattaki renkler. Düşlerinde öyle değildiler ya.    Ya hiç olmayan bir rengi görüyordu. Yahut akılda tutlmayacak kadar güzel bir renkti. Düşlerine giriyor, kıvılcımlı bir takım yansımalarla bir ormana ya da bir sokak lambasından perdeye düşüveriyordu. Paletteki bütün renklere baktı. Bir orman çizdi kimi zaman tuale. Kimi zaman pencereye yansıyan bir sokak lambası çizdi. Fakat hayallerindeki renk kadar güzel, o renk kadar ışıltılı hiç bir şey çizemedi.    Bir süre dolaşmak istedi. Artık resim çizemiyordu. Bunun için şehir değiştirdi. Birkaç ülke gezdi. Onun

Bisküvi Gazete ve Çay

Akşamüzeri dört katlı eski bir binanın yarı kırık camından güçsüz bir duman sızıyordu. İçeriden de gene güçsüz, uğultuya benzer bir ses duyuluyordu. “Ne zamandır iyi değilim. Bu karanlık yerden başka gidebildiğimiz bir yer yok. Ara sıra cadde de oturup zaman geçiriyorum. Bazen o köhne odadan hiç çıkmadığım oluyor. Nasıl olur bilmiyorum ama çıksam ne olacak ki. Zaten havalar soğuk.” Derin derin içini çekti. “Zaten havalar soğuk.” Bu sırada bu cümleleri uzaktan dinleyen Akif içeriden elinde çaydanlıkla geldi. Bir elinde demlik diğer elinde çaydanlığın altıyla elindekini dökmemeye gayret göstererek çaydanlığı eski masanın üzerine bıraktı. Masanın üzerinde bir gazete sayfası ve bir paket bisküvi vardı. Gözü gazeteye takıldı Akif'in. Bir süre gazeteyi süzdü sonra başını çevirip deminden beri konuşan Cihan'ın konuşmasını dinlemeye devam etti. Cihan anlatıyordu; “Bir de şu borçlardan kurtulayım, bankalar boğazıma kadar geldi. Sekiz senedir bak hesap ettim, sekiz sened

Bir gece yazgısı.

Ben sana bunları yazarken zaten çok uzaklardayım. Ve öyle uzaklardayım ki. Ufuk çizgisinin ötesi. İnsan ordan ötesini göremez nasılsa. Ben sana bunları yazarken bir şarap şişesine tıkılmış mantar gibi. Öylesine memnun, öylesine mazbut öylesine bedbaht.   Açılmayı bekleyen, sofraya konmayı bekleyen çaresiz mantar. Evet mantar.   Bunları sana yazarken, hava bilhassa karanlık. Ve sana yazmaya başladığımda hep karanlık oluyor buralar. Ben karanlığı bir tek Atlantı’da severim.   O zaman yıldız tozlarını görmek mümkün çünkü. Gökyüzü başının üzerinde bir taç. Gece baktınmı. Bütün yıldızlar emrinde. Bilmem anlatabildim mi? Ben sana bunları yazarken bir bebek doğdu. Bir yaşlı hayatında son nefesini saydı. Bir kedi, başka balkonda uyudu. Bir yağmur dinerken, ıssız bir Yörük çadırı titredi. Sığınmacılar esneyerek bir sabaha sokakta günaydın dedi. Ben sana bunları yazarken bilincimin düşünüpte buraya yazmadığı bir çok hadise gerçekleşti. Kuzu dişimi düşürmüş gibi şaşkınım. Aynı yedi yaşım