Ben sıradan bir sarhoşum
ve kendi kendine konuşan biriyim. Önce bir güzel kafayı çeker
sonra da başlarım kendi kendine konuşmaya. Bir akşam cebimdeki
son liraya içki alıp, yeterince sarhoşken; bar sandalyesinde bir
sağa bir sola gidip gelirken, vitrindeki şişeleri sayarken ve
gözlerim tepe de ve kenardaki renkli ışıklardayken. Hatta bazı
dekorların aynalarında morarmış yüzümü seyrederken. O akşam
birden bire bardaki herkesi bir konuşma merakı sardı. Müziğin
sesini azaltıp hararetli bir şeyler tartışmaya başladılar.
Sonra içlerinden birisi konuştu ve onu pür dikkat dinlediler. Daha
sonra bir diğeri kalkıp görüşlerini söyledi, herkes onu dinledi
ve sıradaki kalktı ayağa. Böylece birisi konuşuyor diğerleriyse
hiç müdahale etmeden onu dinliyordu. “Sersem sarhoşlar” Dedim
kendi kendime. Ama dönüp dolaşıp sıra bana da gelecekti. Bunun
kaygısıyla sıvışsam mı diye düşünürken, köşede bir çuval
gibi yığılmış barın en pısırık adamına yani bana, “Hadi
sıra sende beyefendi.” Dediler. “Burada demokrasi var. Sizde
sabahtan beri burada konuşulanları dinliyorsunuz ve sizinde
söyleyecek birkaç cümleniz olmalı.” Olmalı, eğer olmazsa
orada konuşulanları hiç dinlemediğim ortaya çıkacak bunu
istemediğimden konuşmaya başladım. Konuşmam uzadıkça
insanlar birbirlerine bakıp gülümsüyor ve ısrarla devam etmem
için gözlerime bakıyorlardı. Gözlerindeki anlam beni konuşmaya
itiyor ve birden bire bütün herkesi saran bir enerjiye dönüşüyordu.
Takdir edilecek anlatımım kimilerine ninni gibi geliyor, kimileri
ise sandalyeleriyle bana doğru yaklaşıyordu. Kadınlar, erkekler,
gençler artık sıranın onlara gelmesini umursamıyor sanki sadece
benim konuşmamı istiyorlardı. Gece sabaha karşı
yorgunluktan sızmak üzere bıraktım konuşmayı ve bütün
sarhoşların alkışıyla, tezahüratıyla yerime oturdum.
Böyle bir gece ilk defa yaşanıyordu fakat buranın daimi
müşterileri beni yarın da dinlemek istediklerini söylediler.
Dedim ki, “Ben beş parasız bir sarhoşum, yarın bu bara gelip
sarhoş olmama yetecek kadar param yok.” Kendi aralarında
homurtulu konuşmalarla; “Sen merak etme, içkini biz ısmarlarız
sen yeter ki gel ve konuş.” Dediler.
Ertesi gün yine aynı
barda herkes yeterince sarhoş olunca başladılar anlatmaya, birisi
bitirince diğeri başladı herkes onu dinledi ve yine geldi sıra
bana. Ben yine anlatılanları dinlememiş, bardaki şişe ve
bardakları saymış, ışıkları ve dekor aynalarındaki morarmış
yüzümü incelemiştim. Kalkıp konuşmaya başladığımda barda
sessizlik oldu ve beni dinlemeye başladılar. Ben konuştukça
ateşleniyordum, onlar dinledikçe hoşlanıp mimikleriyle bravo
muhteşem devam et mesajları yolluyorlardı. Her akşamcı gibi
gidip bir köşede sızma vaktiyken yaptığımız soytarılığa bak
diyip, söylenen içkilerin hatırına devam ettim anlatmaya. Bende
bu parasızlık ayyaşlık, onlarda da bu istek olunca, diğer günler
de içkimi ısmarlayıp cebime de üç beş kuruş sıkıştırdılar,
anlattım ben de olur olmaz şeyleri. Anlattıkça ve ünüm
yayıldıkça, artık bana bu küçük bar yetmez oldu, büyük
tiyatro salonlarında devam ettim işime. Bir süre sonra sarhoş
olmama gerek kalmadı, artık ayıkken de konuşuyordum, malum artık
işim buydu bu sayede yaşıyordum. Bu böyle devam ederken hikâyemi
merak edenler toplandı başıma. Olmayacak şeydi böyle nereden
buluyordum bunları? Söyledim onlara da, ben sarhoş bir adamdım,
kendi kendine konuşan bir deli. Sonra yüksek sesle konuşmaya
başladım onlar beni dinledi. Bende anladım ki anlatırken ben
insanları görmüyor, yine eskisi gibi kendi kendime konuşuyormuşum.
“Nasıl yani?” Dediler“Yani ben bütün bu hikâyeleri aslında
kendime anlatıyorum, siz sadece tanıklık ediyorsunuz. Bunlar benim
coşkuyla, çok önceleri yitirdiğim hayallerim.” Dedim.
Yorumlar
Yorum Gönder