Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bisküvi Gazete ve Çay

Akşamüzeri dört katlı eski bir binanın yarı kırık camından güçsüz bir duman sızıyordu. İçeriden de gene güçsüz, uğultuya benzer bir ses duyuluyordu. “Ne zamandır iyi değilim. Bu karanlık yerden başka gidebildiğimiz bir yer yok. Ara sıra cadde de oturup zaman geçiriyorum. Bazen o köhne odadan hiç çıkmadığım oluyor. Nasıl olur bilmiyorum ama çıksam ne olacak ki. Zaten havalar soğuk.” Derin derin içini çekti. “Zaten havalar soğuk.” Bu sırada bu cümleleri uzaktan dinleyen Akif içeriden elinde çaydanlıkla geldi. Bir elinde demlik diğer elinde çaydanlığın altıyla elindekini dökmemeye gayret göstererek çaydanlığı eski masanın üzerine bıraktı. Masanın üzerinde bir gazete sayfası ve bir paket bisküvi vardı. Gözü gazeteye takıldı Akif'in. Bir süre gazeteyi süzdü sonra başını çevirip deminden beri konuşan Cihan'ın konuşmasını dinlemeye devam etti. Cihan anlatıyordu; “Bir de şu borçlardan kurtulayım, bankalar boğazıma kadar geldi. Sekiz senedir bak hesap ettim, sekiz sened

Tek Gecelik Kaktüs

                  Barın köşesinde oturmuştu her gün yaptığı gibi. Bir köşede oturur sürekli insanları gözlemlerdi. Bir şair ya da yazar değildi. Ona ne olduğunu sorsalar bir tek cevap veremezdi. Gelip oturduğu sandalye, sanki ona tahsis edilmiş gibi barın en arkaik yerinde duruyordu. Sandalyenin önünde küçücük bir masa, masanın üzerinde el kadar bir küllük vardı. Genellikle bara gelince önce barmenler ve garsonlarla bir süre sohbet ederdi. Çok beceremese de futbol konuşur, içtikçe de konuyu insan ilişkilerine taşımaya başlardı. Garsonlar bu konuyu futboldan daha sıkıcı bulduklarından dinlememeye başlarlardı. O da köşedeki sandalyesine oturup içmeye devam ederdi. Bu sandalye barı çaprazdan gören bir yerde duruyor, bara gelip gidenleri gözlemleme imkanı sunuyordu. Cesareti gelince barda takılan ve yalnız olduğunu düşündüğü kadınlara yaklaşıyor, ilişki şansını deniyordu. O gün de tuhaf bir şekilde korkaklığını gizlemeden her seferide yüzü kızararak yalnızlığını paylaşmak için, içkisin

DÜŞ

  Elinde fırçasıyla, koca dünyayı boyamaya niyetleniyordu. Otuzuna merdiven dayamış, çoğu kez yalnız, kafasını paleti gibi rengarenk doldurmuş bir kadındı. Düşlerinde ışıklar içinde,  bir takım renkler görüp uyanıyordu. Her seferinde düşünden uyanıp, kalkıp tam tuale o rengi çizeceğinde; yitiyordu her şey. Unutuyordu o muhteşem hüzmeleri. Her şey itici bir sadeliğe dönüşüyordu. Ne oluyordu da gerçeğe bu kadar yakındı hayattaki renkler. Düşlerinde öyle değildiler ya.    Ya hiç olmayan bir rengi görüyordu. Yahut akılda tutlmayacak kadar güzel bir renkti. Düşlerine giriyor, kıvılcımlı bir takım yansımalarla bir ormana ya da bir sokak lambasından perdeye düşüveriyordu. Paletteki bütün renklere baktı. Bir orman çizdi kimi zaman tuale. Kimi zaman pencereye yansıyan bir sokak lambası çizdi. Fakat hayallerindeki renk kadar güzel, o renk kadar ışıltılı hiç bir şey çizemedi.    Bir süre dolaşmak istedi. Artık resim çizemiyordu. Bunun için şehir değiştirdi. Birkaç ülke gezdi. Onun

Azeri

"Nereden baksan on yıl etti ha.” “On yıl be ağabey kolay değil. Özlemiyor musun oraları.” “Özlemez miyim hiç.” “Güzeldir ama çok sıcaktır oralar demi.” “Sıcak tabi, buradaki sıcakta ne var. Harran ovası'nının sıcağının yanında buradaki sıcak nedir ki” “Abi nasıl oluyor, burada da aynı güneş, orada da aynı güneş.” “Değil, sen aynı güneş sanıyorsun?” “Aynı değil mi?” “Aynı değildir.” “Niye abi? Bak nereden bakarsan bak hep aynı, inşaatın arkasından bak, yedinci kata çık bak, sonra istersen çık viyadüğün tepesine oradan bak.” “Sen viyadükün tepesinden bakarsan nah görürsün” “Nasıl abi? Anlamadım?” “Oğlum! Güneş Harran ovasında farklıdır, Çukurova'da farklı, Çiçekdağı'nda, Konya ovasında farklı. Sen onu bir sanarsın ama o kişiden kişiye bile değişir. Şimdi sana bana aynı da, aha şo evinin bahçesinde havuzbaşına uzanmış kadına farklıdır.   Sana bana belki aynı da, sabaha kadar güneşin doğmasını bekleyen adama farklıdır.   Sen sevdalandın mı h

ŞAMDAN.

                                                   Şimdi gözlerimi diktim tavana. Yine o hüzünlü geceyi hatırlıyorum. Yarım bardak şaraba bakıp, sigara üstüne sigara içtiğim geceyi.... Lanet geceyi. Bırak beni.      Aslı, iyice bağırmıştı. Nasıl bir kini varsa içinde. Nasıl da biriktirmişse öyle sızlandı. O romantik geceyi mi bulacaktı sanki sızlanacak. Ama avazı çıktığı kadar da bağırdı sevgilisinin yüzüne. Sakinleşince ikisi de bir kenara savrulmuş, ağır bir savaştan çımış gibi bitkin düşmüşlerdi. Ne gecenin, ne şarabın ne duvarlara yansıyan büyük gölgelerin bir anlamı yoktu. Artık yoktu. Ne için hazırlanmıştı bunca şey. Yüzleşmek için mi?    Korku sıkıştırdı sevgilisini o an. Gözlerini kaçırdı Aslı'dan. Nerden biliyordu sakladığı onca şeyi Aslı. İnsan birini tanıdıkça içindeki karanlığı da görmeye başlıyordu sanki. Acıyla savurdu kendini Sevgilisi. "Unutamadım..." dedi "haklısın." "Ne yaptıysam ne ettiysem unutamadım hala." Karşısı

BULANIK

Bitmeyecek, böyle sürüp gidecek işte. Ne   yaparsan yap, ne yöne kıvranırsan kıvran. Bu hep seninle işte. Gittiğin yere de gelecek. Sonunda, böyle sürüp gidecek, sürüp gidecek. Kulağında bu fısıltılarla uyandı. Kenarda duran silahına ilişti gözü. Silahlık bir durum yoktu fakat her bunaldığında gözü silahına ilişiyordu. Neye göre kullanmalıydı. Rüyalarını vuramazdı. Hep rüyaları vardı işte. Artık ne bir insandan ne de gözle görünür bir şeyden korkusu yoktu. Peki görmedikleri peki bilinç altındakiler. Onlarla silahla başa çıkamayacaktı. Sigarasını çekip aldı. Bırakmak için verdiği sözlerden birisi bile gelmedi bu sefer aklına. Çünkü o an kanser olmak ne de nefes alamamak umurunda değildi. Varsın öyle bıçak gibi kesilsindi hayat. Sigara bitince gene yatağa ilişti gözü. Uyuyacak hal mi kaldı... dedi. Tekrar kaldırdığında kafasını kuş sesleri duydu. Henüz ağaran havada bir sigara daha yaktı. Uzun uzun ilerdeki evlere baktı. Kundurasını silkeledi. Ayağına taş batmıştı. Taşı vuram

Çiçek

 O kadar yakın olmadığım halde, bu kadar sıkılmıştım kendimden. Kusurlarımı saymaya nereden başlayacağımı bilmiyorum, . Ne zaman arınırım durulurum onu da bilmiyorum. Bu kendimle olan kavgada ne zaman yenilirim bilmiyorum. Çantamı takıp sırtıma uzun bir yolculuğa çlıkma fikrine doğru ilerledim. Ne saate ne takvime bakacaktım. Kafamda yalnızca uzaklaşmak olacaktı. Gene kendimden. Karlı dağlar dipsiz viyadükler, karanlık ormanlar ve şehirler hatta sınırlar geçip çook uzaklara sandığım fakat en dibimdeki gene kendime ulaşacaktım. Kafamda yanan sigaranın dumanları elime siner ve parmaklarım sararırdı. İçimde yine bir sigara daha yanardı. Kendime ulaştığımda artık yorulmuş ve kavgayı bırakmış olacaktım. Büyük bir matemde dalga geçer gibi sırıtıp ölüm duygusuna savaş açacaktım. Ve belki pek çok bilinmeyeniyle burda birikenleri de çöpe atıcaktım. Her şeye yeniden başlamak için..... Masadaki saat çalıyordu. Birden kalkıp yeni ağaran havada caddeye çıktım. Simitçi fil

KEMİK

     Rüzgarlı bir gündü. Toz toprak, ağaçların dalları yaprakları havada uçuşuyordu. Bahçedeki öteyi beriyi içieriye aldık. Ardından yağmur gelecek diye beklemeye koyulduk. Geldi yağmur.   Gökyüzü çatır çatır dökülüyordu sanki tepemize. Birkaç büyük gürleme daha duyduk. Ve ardından yağmur daha da hızlandı.   Damlaların sesiyle, bilgisayarın başından kalkıp cama koştum. Camı açınca toprak kokusu geliyordu. İçerden bağırdılar camı kapattım. Niye tahammülleri yoktu yağmur kokusuna, sesine. Televizyonu duyamadıkları için olabilir. Her neyse. Biraz ürperdim ben de zaten camı açınca üşüdüm. Triplere girmeden camın kenarında izledim yağmuru. Cam açtırmadılar diye huzurumu bozamam. Kurt kuş ne yapar bu yağmurda. Biraz ortalık sesizleşince dışarı çıktım. Kurt kuş kurulanıyordu. Karşı ceviz ağacına konmuş serçe, önce silkeleniyor sonra gagasıyla üzerinden bir şeyleri atıyordu. Sanki duştan çıkmış... Havlu da istemez. Gerçi ağaçlar, kuşlar, toprak... Hepsi duştan çıkmış gibiydi. Bir t

Demir Yumruk

           Bütün akıl aldatmacalarını deniyor ama gene de yalnızlık hissediyordu. Arkadaşının evinde rahat edememişti. Kendini sokağa attı. Biraz başı dönüyordu fakat idare etti. Bir yokuşu hızlı çıkınca da yüreği sıkıştı. Onu da atlattı hemen. Bir otopark yakınında taksiler bekliyordu. Sonra caddeye ilerledi. Cadde de gene her yerde taksiler vardı. Kimsenin kimseyi beklemeye sabrının yetmeyeceği bir saatti. Karşısından sallanarak gelen tek tük insanları izledi. Zombi filmi gibi, karanlıktı yüzleri. Ara sıra sarhoş bağırışları olmasa savaş artığı bir yalnızlık vuruyordu bu insanlardan. Her saat böyle tiksintiyle bakmazdı insanlar birbirlerine. Neşeli meraklı ve aç. Aç bakarlardı evet.  Ve kuşkuyla bakıyorlardı artık insanlar. Hem birbirlerine hem de herkese. Başını öne eğdi. Ağaran gün masmavi etmişti ortalığı. Hava bulutlu muydu ne. Başı gibi bulutlu havaya baktı. Bir zamanlar da umutlu sloganlar atılmıştı buralarda. Yine böyle hava masmavi gelirken. Bir çatırdı duydu. İçi es